ÇİÇEK BAHÇESİ 2, BAŞLIK: LİMON TUZU


Herkese selamunaleyküm! Çiçek bahçesi formatımızda yeni yazılarla ve yeni yazarlarla karşınızdayız inşâAllah. Bu haftaki yayınımız çok güzel bir öykü. Sevgili Mimozaverosa'nın Limon Tuzu öyküsünü sizlerle buluşturmak büyük bir zevk bizim için. O zaman buyurun:

 LİMON TUZU

        İçimde adını bilmediğim yargıçları sinesinde saklayan büyük bir mahkeme salonu mevcut. Her gün saat gece yarısını gösterdiğinde ellerimi önümde birleştirip yargıçların bana verdiği cezaları dinliyorum. Cezalarım bazen o kadar ağır oluyor ki öbür günün gecesinde aynı döngüyü yaşamak dizlerimin bağını çözüyor. Gözlerim aniden doluyor, sırtımda sadece geceleri o korkunç yüzünü gösteren kambur, kaburgalarıma adını bilmediğim düşünceleri yüklüyor. Bu düşünceler yüzünden artık geceleri uyuyamaz hâle geliyorum. Uyusam bile uyanışlarım hep sancılı oluyor. Başıma zebanilerin üşüşmediği, mermerlerin hakkımda fısıldaşmadığı en önemlisi de perşembe günleri kendi cenaze namazımda arkadan koca sesli devin, “Hakkımı helal etmiyorum!” cümleleri ile uyanmadığım uykuları arıyorum artık. Yaşadığım bu olayların bana müstahak olduğunu biliyorum ve sancıların azalması için dua ediyorum. Zihnime inen tokmağın sesleri, kuyunun içindeki ejderha, yeşil tabutun arkasından avını bekleyen devle mücadele edemeyeceğimi kabulleniyorum. Zira kaburgalarımdaki çürükler artmaya, düşüncelerimdeki kurtlar çoğalmaya başladı. Ben artık toprağı yamacıma çağırmak istiyorum.

 Düşüncelerim yüzünden adımlarım hızlanırken “Yavaş!” diye uyardı, iki gündür hasret kaldığım ses. “Acele etme, çevir gözlerini etrafa, iyice bak çam ağaçlarına, sürgülü kapının yanındaki çeşmeye, gökyüzüne, ileride minicik gözüken minarelere! Ben sana bu kadar hızlı yaşamayı mı gösterdim Atmaca?” Dudaklarımda oluşan gülümseme ile üstadımın dediklerini yaparak mezarlığa öyle giriyorum. Her adım atışımda tebessümüm yerini burukluğa bırakıyor. Zira insanların ardına bakmadan kaçtığı hakikat kapılarına gitmek, fani olduğumu bir kez daha yüzüme vuruyor. Ve bu durum sadece ruhumu değil yargıçları da memnun ediyor. Usulca dudaklarımı aralıyorum.

“Ey kabir halkı! Allah’ın selamı üzerinize olsun!”

Prangaların acısı azaldı. Dev inine, ejderha karanlığına saklandı. Böylelikle hocamın tam karşısındaki yerimi aldım. Kalbimin gümbürtüleri artarken toprak aşina olduğum gül kokusunu yanıma taşıyor dudaklarımın titrediğini hissediyorum. İki günde olsa gecikmiş olmanın pişmanlığı yakama yapışıyor, üstadımın anlayışlı bakışlarını görünce o pişmanlık ellerini yakamdan çekiyor ve ardına bakmadan uzaklaşıyor

“Hoş geldin evladım,” diyor üstadım.

“Hoş buldum hocam, nasılsınız?” diye soru yöneltiyorum.

“Hamdolsun.” O an üstadın üzerindeki hırka dikkatimi çekiyor. Genellikle hep açık renkli gömlekleriyle görmeye alıştığım için garipsiyorum. Hatırlamaya çalışıyorum geçen seferki sohbetimizde hırka var mıydı yoksa yok muydu diye, bir türlü çıkaramıyorum.

“Limon tuzu ne âlemde?” Üstadımın sorusuyla başımı öne eğiyorum.

“Bilmiyorum hocam, yine kuyunun yamacında olduğum için göremiyorum limon tuzunu,” dedikten hemen sonra bakışlarımı kaçırıyorum. O an kireçleri kanatlarımda hissediyorum. Üstadımın diğerleri gibi kızmasını, sesinin yükselmesini, sitemini bekliyorum.

“Atmaca, göremiyor musun yoksa görmek mi istemiyorsun evladım?”

“Hocam...”

“Kanadı kireçlerle kaplanmış Atmaca’yı ancak limon tuzuyla diriltebilirsin! O kuyu seni yenmeden sen kuyuyu en güçlü silahın olan dirilişle yenebilirsin!”

Kafamı heyecanla kaldırdığımda üstadımın ellerini hırkanın ceplerine sakladığını görüyorum. Rüzgârın serin nefesini ensemde hissettiğim vakit ellerin yerini tahtanın üzerinde yazan siyah harfler, rakamlar, hırkanın yerini ise toprak alıyor. Görüş alanım birden puslanıyor, önce sol yanağım sonra sağ yanağım ıslanıyor. Dudaklarımın titremesine engel olamadan konuşuyorum.

 “Hocam, keşke biraz daha yanımda kalsaydınız.”

Çökmüş bir vaziyette ne kadar saat geçtiğini bilmeden oturuyorum hocamın yanında. Düşündükçe düşünüyorum, birden heyecan yapıp ayağa kalkıyorum sonra kireçler omzuma baskı yapıyorlar, kalktığım gibi oturtuyorlar. Bir kere daha kalkmaya çalışıyorum, yeniden yerde buluyorum kendimi. En sonunda sinirleniyorum kireçlere! Derdiniz nedir kireçler? Bıkmadınız mı kalplerin içinde filizlenmeye, medeniyetin tam ortasında sözde çınar ağacı olmaya? Ha! Söyleyin, derdin devası yokmuş gibi göstermeye, umutsuzluğu iliklerimize kadar işlemeye, kardeşliği pamuk ipliğine bağlamaya utanmıyor musunuz? O an gelen kuvvetle kalkıyorum, geldiğimin aksine daha güçlü adımlarla çıkıyorum mezarlıktan.

Mezarlıkta gelen kuvvetle ancak Limon Tuzu’nun bulunduğu dükkânın önüne kadar gelebiliyorum. Ekipten biri beni görecek diye içim içimi yiyor. Bu yüzden cadde boyunca yürüyor, geri geliyorum. Dükkânın kapısını her açık gördüğümdeyse “İşte şimdi seni gördüler,” diyerek korkuma korku katıyorum. Bu hâl beni iyice yorduğunda kendimi Limon Tuzu’na yakın olan banklardan birine bırakıyorum.

“Atmaca?” diyor tanıdığım ses. Bir an arkama bakmadan kaçma fikri düşüyor zihnime sonra vazgeçip sesin geldiği yöne çeviriyorum gözlerimi. Kız kardeşim duruyor biraz ilerimde. Yüzü ne hissettiğini belli etmiyor lakin benimle aynı renk olan gözleri bir bir ne hissettiğini açıklıyor.

“Ne yapıyorsun burada, yoksa geri mi döndün ekibe?” Yanıma oturuyor kelimelerini sıralarken. Sesine karışan heyecanı, o an zihnimin uydurup uydurmadığını sorguluyorum.

“Atmaca?” Bir kez daha söylüyor ismimi. Ben ise sorguyu bir anda kesip yapmamam gereken bir şeyi yapıyorum.

“Annemi görmeye gidelim demek için gelmiştim,” diyorum yalanımı anlamamasını umut ederek. Birkaç saniye yüzüme bakıyor sonra “Tamam, hadi gidelim,” diyor ve kalkıyoruz.

Delinin çocukları olduk biz. Öyle baktılar ki baktıkları yerden yaralandık, irdelendik, dışlandık. Sokak maçlarına alınmadık, saklambaç oyununda ebe olmaya bile razı geldik ama kötü laflar işittik. Anneler çocuklarına, “Üstünü kirletme, düşme, kavga etme!” diye tembihlerde bulunurken, sağ olsunlar (!) bizi de unutmadılar ve sözlerine şöyle devam ettiler, “Deli kadının çocuklarına sakın yaklaşmayın!”

Bizim annemiz deli değildi.

Bizim annemiz akıl hastası hiç değildi.

Bizim annemizin sadece ruhu yaralıydı.

Çoğu cümleler gibi bunları da diyemedim insanlara. Kaşlarımı çatıp sertçe karşı çıkamadım. Cesur olamadım, düşmekten korktum halbuki ben zaten yerdeydim, dizlerimse kan içindeydi. Ve aradan geçen günlere rağmen cesaret kırıntısı bana uğramamıştı. Zorlukla birkaç adım önümde yürüyen kardeşime sesleniyorum. Gözleri hemen gözlerimi buluyor.

“İçeri girmeden evvel biraz oturalım,” diyorum. Annemi her ziyaret edişimizde kendimi yerde buluyordum, yerdeyken duyduğum sesler, içeride beni yiyip bitiren suçluluk duygusuna, sarkaç gibi gidip gelen koca kadınların kahkahalarına karışıyordu. Zaten ne geldiyse başımıza bu kahkahalardan gelmişti. Derin bir nefes verdiğini işittim Yasemin’in. O benim gibi değildi, küçükken de ergenliğe girdiğimizde de anneme deli diyenlerin karşısına geçmiş, “Asıl deli sizsiniz!” diye bağırıp hem etrafımızda kalan üç beş kişiyi kaçırmış hem de terbiyesiz damgasını yemişti. Belki de bu yüzden şu an ne hissettiğimi anlayamazdı.

“O günde böyle oturmuştuk hatırlıyor musun?” dedi yanına oturduğumda. Cümlesine acı bir tebessümü armağan ettim.

“Ortada babam, sağ tarafında ben, sol tarafında sen... Annem ise ilerideki hastanede...” Cümleye koyduğum nokta perdeleri aralamaya çalışırken yutkunuyorum ve yanımdaki kıza dikkat kesiliyorum.

“Rasim Bey’in bizi terk etmeden evvelki son bir arada oluşumuz,” diyerek gözlerine oturmuş yaşları siliyor. Doğruydu dediği. Bir arada oluşumuzun üzerinden üç gün geçmiş, bir miktar parayı elimize tutuşturmuş bir daha onu aramamamız gerektiğini söylemiş ve bizi terk etmişti. Kim içindi, ne içindi ya da sebepleri nelerdi? Bilmiyordum. Başta çok düşünmüştüm. Hatta Yasemin’e bile sormuştum. O ise bana hiç kızmadığı kadar kızmıştı. İlk zamanlar suçlu yerine beni koymuştu. Sonra ise bu olay hiç yaşanmamış gibi davranmayı öğrenmişti, öğrenmiştik.

“Biliyor musun Atmaca sende Rasim Bey’e benziyorsun?”

Ne? Kaşlarım aniden çatılıyor. Ciddi olup olmadığını teyit etmek için gözlerine bakıyorum. Hayır, ciddi. Çok ciddi hem de.

“Bakma öyle, benziyorsun işte! Limon Tuzu’na hâlâ neden gelmedin? O kadar insan yollarını gözlüyor. Sana kırgın da olsalar hepsinin gözü seni arıyor. Kartal Abi, Yade Abla, Edip, Mimoza ve Raşit hepsi yahu! Özellikle de...”

“Yeterli Yasemin hadi annemizin yanına gidelim,” diyorum sözünü keserek.

      Lavanta kokusu ya da anne kokusu, bardak dolusu karanfilli çay, derin sohbetler, yuva sıcaklığı, Yasemin’in yaptığı vanilyalı kek, Kartal’ın abi tavırları, Yade’nin okudukça içine çeken satırları, Mimoza’nın pratikliği, Edip’in ele avuca sığmaz hâlleri ve Raşit’in dertlendiren hayalleri böyle başlamıştık değil mi? Başımızda hocamız bizi birbirimizle tanıştıran ortak paydamızla sınırı çizmiştik. Hocamız gittikten sonra sınırı ben bozmuştum. Hâlâ da bozmaya devam ediyordum. Yasemin’in bitmek bilmeyen sitemleri, benim kendimi uzaklaştırmamın, zihnimdeki sesleri bedenimin yorgunluğu ile geçirme çabamın hepsi bu yüzdendi. Yasemin’in ziyaretten sonra yanımdan küskün gidişinin üzerinden kaç saat geçti bilmiyorum. Sadece düşünmek için yine aynı banka oturuyorum.

“Ne zaman geri döneceksin?” Tandık melodiyle irkiliyorum. Bir patırtı kopuyor o an içeride. Çekinerek kafamı çeviriyorum melodiye. Çaprazımda, kitapları ellerinde ve gözlerinin ardındaki duvarları yeniden dimdik görmek yutkunmama neden oluyor. Bakışlarım karşıdaki ağaçlık alana dönüyor, kaçıp gitme isteği baş gösterirken oturması için bankın en ucuna kayıyorum o da diğer ucuna oturuyor. Aramızdaki mesafeyi kitaplar dolduruyor ve büyük bir cesaret gösterip başımı ona çeviriyorum. Bakışları ellerinde, sağ parmağındaki siyah akik yüzükle oynuyor, şiirler yazdığım yüzüğü görmek biraz duygulandırıyor. Kelimeleri benden habersiz insanlara gösterdiği günkü kızgınlığımın yerini şimdi rahatlama hissi alıyor. Bu hâle engel olamıyorum.

“Bencilliğin artık arşa çıkıyor görmüyor musun? Sadece üstadı sen kaybetmişsin gibi davranıyorsun! Aylar önce ortak bir dertle dertlenirken şimdi ardında bakmadan kaçıyorsun! Atmaca, sen umutsuzluk kuyusuna düşmek için adeta çırpınıyorsun!”

“ Yade, ben...”

“Senin, senden başka gördüğün kimsen yok ki! Tamam kabul, başta hepimiz dağıldık. Kendi içimize kapandık, hakiki dertleri unuttuk lakin yine de bir araya geldik. Eskisi gibi olmasa da üstat başımızda durmasa bile Limon Tuzu ekibi o lavanta kokan küçük odada birlikte. Hatırlasana sözleri, “İçinizdeki kireçlere limon tuzu koyun gençler. Önce içinizdeki Vav’ı kireçlerden kurtarın sonra bakışlarınızı misafirhaneye çevirin.” Sen ise kireçleri kendinden uzaklaştırmak yerine kafanı acılara göme göme onları yamacına çağırıyorsun! Böyle gidersen senin için ne gül açacak ne de bülbül ötecek!

 Bunları dedikten sonra yüzünü ıslatan yaşları hırsla siliyor, benimki gibi ellerinin titrediğine şahit oluyorum. Birkaç dakika sessizliğini koruyor ardından kitaplarını aldığı gibi yanımdan uzaklaşıyor.

Gözden kaybolana kadar arkasından bakmakla yetiniyorum. Kitaplarını koyduğu yere döndüğümde ise orada bana bıraktığı sorularla karşılaşıyorum. Kireçler nerede? Tam kalbimde belki de bana delinin oğlu diyen teyzenin sözlerinde ya da elime zarfı tutuşturup giden babamın ayak seslerinde, Yasemin’in duymadığımı sandığı hıçkırıklarında, kuyunun dibinde, düşman gördüğüm ejderhada... Peki limon tuzu nerede? Lale’nin hakikatlerinde, sayfalarca yazının bulunduğu odada, yanımdaki kızda, üstadın sözlerinde, yardım denildiği zaman hiç düşünmeden ‘bende’ diyen ışıl ışıl gözlerde.

Peki Atmaca nerede?

 Yazı: Mimozaverosa'ya aittir.

NOT: Tasarım Gülbeyaz Süs'e aittir.

NOT: Çiçek bahçesinde birbirinden kıymetli yazıları paylaşmaya devam ediyoruz. Yorumlarınız bizim için ve yazarlarımız için çok kıymetli. Sizlerin yorumlarını dört gözle bekliyor olacağız.

NOT: Sizlerde yazılarınızı bizimle paylaşmak isterseniz İnstagram'dan https://www.instagram.com/arikovaniblog/ve de mailden(arikovaniblog@gmail.com) ulaşabilirsiniz.

NOT: Okumasını istediğiniz arkadaşlarınıza Limon Tuzu'nu hediye etmeye ne dersiniz? Böylece bir sünneti yerine getirmiş olur ve de polenleri yaymaya siz de bir katkı yapmış olursunuz.

Yorumlar

  1. Polenleşmelerde bi başka ama benim favorim çiçek bahçesi oldu sanırım. Yine bi solukta okuduğum, okurken altını çizdiğim -altını çizerken gözlerimin dolduğu-yerler olan bir hikaye. O kadar güzel kaleme alınmış kiii… kesinlikle devamını bekliyor olacağım. Yazarımzın kalemine yüreğine sağlık🧡

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumun için asıl ben teşekkür ederim Hatice Nisa 🌿

      Sil
    2. 🐝🐝🐝🧡

      Sil
  2. Dün gece yaşadığım ve karar verdiğim bir olay üzerine gelen bu Çiçek Bahçesi yayını... Mimozaverosa içimdeki yangını görmeden,bilmeden yazdığın bu yazı merhem oldu bana. Sıradaki Yazını İçimin Yangını ve ben bekliyoruz. Bizi çok bekletme

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnşallah İnşirah'ın ferahlığı nasip olur güzel kalbine. Eğer bir aksilik çıkmazsa öykülerimle burada olacağım inşallah. Dua eder, dua beklerim 🌿

      Sil
    2. Sevgili yazarımızın nice öykülerini sizlerle buluşturmayı çok istiyoruz. Bu konuda dualarınıza talibiz. Kalbinizde güzelliklerle yer almak hep nasip olsun sevgili okurlar:) bu kıymetli yorumunuz bizi de çok mutlu etti. Allah ferahlık versin. Kararlarınız hayırlı olsun.🐝🐝🐝

      Sil
  3. "Zaten ne geldiyse başımıza bu kahkahalardan gelmişti."
    Daha birçok cümle... kıymetli bir çalışma.
    Kaleminiz hayırla artarak daim olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Amin, inşallah. Yorumunuz için de ayriyeten teşekkür ederim.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar