ARILAR POLEN TOPLUYOR 4, KONU: BÜYÜMEK VE HAYAT YOLCULUĞUMUZ
Filmdeki çocuk, bir evin nasıl olması gerektiğiyle ilgili şöyle bir tanım yapıyordu: sıcacık ve nazik. Bu film de bana sıcacık ve nazik hissettiğim anları çağrıştırdı ve bende tatlı hisler uyandırdı.
Filmin ilk dakikalarında köstebek çocuğa büyüyünce ne olmak istiyorsun diye soruyordu. Çocuk da biraz durup nazik diye cevaplıyordu. Bence bu bizim günümüzde çok kaçırdığımız bir mesele. Büyüyünce ne olmak istediğimiz meslek seçimine ve maddi hedeflere indirgenemeyecek kadar kıymetli. Çocuklar büyürken onların zihin dünyaları bu sınırlandırmalar olmadan özgür bırakılırsa bu soruya aynı filmdeki gibi çok tabi ve güzel cevaplar alabiliriz diye düşünüyorum.
Çocuğun cevabı bana küçük öğrencilik hallerimi hatırlattı. Ben küçükken hem haddinden fazla çalışkan bir çocuktum hem de hiç büyük bir hedefim yoktu sadece sınav ve not kaygım vardı. Ama ileriye dönük şu olmalıyım, bu olmalıyım gibi ideal bir hedefim yoktu hiçbir zaman. Düşünüyordum yani ben niye çalışıyorum? Büyüyünce ne olmak istiyorum? Soru da soruluyordu ama net bir cevap veremiyordum. Aslında kendi içimde bir yerde bunun tek bir cevabı vardı. Sadece mutlu ve huzurlu bir hayatım olmasını istiyordum. Küçükken bu cevabı hiç verememiştim ama bir gün lise bire giderken rehber hocamla odasında sohbet ediyorduk. Kendisi bana hayatımla ilgili genel sorular soruyordu ve ileride ne olmak istiyorsun sorusunu da sordu. Ben de durup akışta ne hissediyorsam, ne düşünüyorsam o an söyleyivermiştim: Mutlu olmak. Ve hocanın gözleri parlamıştı, ne güzel gayet de yeterli bir istek demişti. Bir eğitimci olarak hocanın bunu desteklemesi ve hoş bulması bana çok güvende hissettirmişti. Böyle eğitimcilere çok ihtiyacımız var.
Büyüyünce ne olacaksın sorusu küçüklüğümüzden beri devam ediyor. Aslında bu düşünceler maddi kaygıdan kaynaklı. Neden biz de büyüyünce nazik olmak istemiyoruz ya da daha iyi bir insan olmak için çabalamıyoruz? Büyüyünce sen ne olacaksın Amine?
Bence bu düşüncelerin temelinde yatan sebep yaşadığımız çağın ve kapitalist düzenin bize, ebeveynlerimize ve çevremizdeki insanlara “gerçeklik” olarak dayattığı algılar. Bu algıları kabul ederek büyüdüğümüz için de bundan sıyrılması çok zor oluyor. “Neden büyüyünce biz de nazik insan olmak istemiyoruz ve daha iyi bir insan olmak için çabalamıyoruz?” o kadar güzel bir soru ki. Benim de kendi içimde cevabını hem kendi adıma hem toplum adına düşündüğüm bir soru. Öncelikle bir Müslüman olarak hayatımızın merkezine koymamız gereken temel düşüncelerden biri bu olmalı. Zaten nazik ve iyi bir insan olma gayesi bizleri, yaptığımız her şeyi nezaket çerçevesinde insanları mağdur etmeden ve hakkıyla yapmaya yöneltir. Her ne yapıyorsak bu şekilde yapmaya gayret ettiğimiz sürece de çok güzel sonuçlar elde edeceğimize inanıyorum. Bir de başarı sadece akademik ya da maddi sonuçlardan ibaret değildir ya. Yaptığın işin elle tutulur bir sonucu olmasa da kendi içinde üzerine düşeni hakkıyla yapmanın ferahlığını hissetmek de bir başarıdır bence. Bu işin bencesi tabi😊
Amine’nin büyüyünce ne olmak istediği sorusuna gelirsek de bu benim son zamanlarda üzerine özellikle düşündüğüm bir konu. O yüzden bu filmin şu zamana denk gelmesi benim için de güzel bir tevafuk oldu. Üzerine konuşuyor olmamız daha da güzel bir tevafuk oldu. Kısmen büyüdüm diyebiliriz ve aslında eski Amine ile aynı düşünceye yaklaştığım bir dönemdeyim. Son birkaç yıl içinde mesleki kariyer anlamında fazlaca kaygılandığım dönemler oldu. Şu an üçüncü sınıftayım ve “büyüyünce ne olmak istediğimle ilgili” odağımı mesleki kariyerden alıp daha öncelikli olan şeylere çekmem gerektiğine karar verdim. Ve şu anda mesleki hedefimin ne olduğu sorusuna verebilecek net bir cevabım yok, düşünüyorum ve kendimi daha iyi tanıdıkça net bir sonuca varacağıma inanıyorum. Ben büyüyünce huzurlu bir insan olmak istiyorum. Allah’ın beni seveceği ve benden razı olacağı bir kul olmak istiyorum. Huzurlu bir insan olayım ki yaptığım işler de insanlara huzur verebilsin istiyorum.
Etki edemeyeceğin “büyük” meseleleri konuşarak geçirdin ömrünü. Yapabileceğin “küçük” şeyler varken. Geçenlerde böyle bir söz okumuştum Abdullah Kibritçi’den. Büyüyünce ne olacağımız konusunda düşünürken hep çok tanınalım, bilinelim, çok para kazanalım istiyoruz. Büyük şeyler üzerine konuşuyoruz hep oysa yapabileceğimiz küçük şeylerde saklı her şey. Büyümek belki de yapabileceğimiz şeyleri planlamaktır. Hem kendimize hem de çevremize iyi olmaktır bence.
Öncelikle çok güzel bir bakış açısı. Aslında büyük küçük algısı da çok değişik. Neye göre, kime göre büyük veya küçük? Mesela ben bir şey yapıyorum ve o dışardan bakıldığında küçük gözüküyor ama belki de benim için onu yapabilmek çok büyük bir emek gerektiriyordu, ya da onun için harekete geçebilmek benim için çok güç de olabilir. Bu meselenin böyle bir tarafı da var bence.
Senin de dediğin gibi, mükemmel olarak tanımlanan o büyük şeylere odaklandığımızda yapabileceğimiz küçük şeyler geride kalıyor. Büyük ve mükemmel olana odaklanıp hırsla ona doğru koşacağımıza; o an içerisinde yapabileceğimiz küçük şeyleri yaparak ilerlesek aslında arkamızdan daha da büyük bir şey bizi takip edecek. Böyle bilmiş bilmiş teorik olarak söylüyorum ancak bunları yaşadığımız hız çağında pratiğe dökebilmek gerçekten zor. Aslında en başta da kendime söylüyorum. Çuvaldızı önce kendime batırıyorum. İnşallah Rabbim hepimize bulunduğumuz an içerisinde yapabileceğimizin en iyisini yapabilme gayretini versin ve hakkıyla yapabilelim. Amin.
Âmin. Büyürken aynı zamanda da birçok imtihan yaşıyoruz. Çocuğun nehre bakıp “bu çok tuhaf kendimizi sadece dıştan görüyoruz ama hemen hemen her şey içerde oluyor” diyordu. Gözyaşı sebepsiz yere akmaz, onlar senin gücündür zayıflığın değil sözü de vardı. Ne kadar da bize hitap eden sözler aslında. İnsan olmaya dair sözler. Aslında içimize dönüp bakmalıyız. Neler olup bitiyor orada? İnsan büyürken kendini de dinlemeli sağlıklı adımlar atmak için. Bu sözler sen de neler çağrıştırdı?
Gerçekten de her şey insanın içinde olup bitiyor. ”Hiçbir şey dışardan göründüğü gibi değil” klişesi çok doğru. Ve göz yaşları da böyle bence. Kaynağı içimizdeki birikmiş nehirler ama dışardan sadece bir su damlası olarak görünüyor. Hâlbuki oradan ne acılar ne hayal kırıklıkları ne durgunluklar akıyor. Bu yüzden de ağlamak acizlik veya zayıflık olamaz aksine insanı güçlendiren bir şeydir. İçimizde biriken nehirleri gözyaşlarımızla akıtalım.
Zayıflık olmadığına kesinlikle katılıyorum ama güçlendirme manasında da şu şekilde düşündüm: duyguyu yaşamana alan tanıyan bir şey ağlamak. İçindeki duyguyu yaşıyorsun, akıtıyorsun... Bu şekilde de o duyguyu bastırmayıp kabul etmiş oluyoruz. O kabul de insana bir güç kazandırıyor bence.
Aslında insan yaşarken, büyüdükçe birçok şeyle karşılaşıyor. İyi ve nazik insan olabilmek için kendimizi dinlemeye zaman ayırmalıyız. Kalabalık şehirlerin içinde öncelik vermemiz gereken bazı şeyleri kaybediyoruz gibi geliyor. Tamamen kendi içimizde kaybolalım da demiyorum ama dönüp bakmalı insan, canını ne sıkıyor. Doğru adımlar atabilmek için de bu çok önemli. Adımları atarken yanımızdaki yoldaşlar da önemli. Çocuğun yanında yoldaşları vardı. En çok orası beni etkiledi. Anlayışlı ve aslında yuva olan yoldaşlar? Günümüzde böyle yoldaşları bulmak kolay mi? Gerçek yoldaş kimdir sence?
Söylediklerine aşırı katılıyorum. Bence günümüzdeki en büyük eksikliklerden biri, kalabalık şehirlerde bir koşuşturmanın içinde yaşamaya çalışırken kendimizle olan ilişkimizi unutmamız. Kalabalık şehir olmasına da gerek yok. O kadar çok ses kalabalığı var ki. O kalabalıkların içerisinde kendimize dönemiyoruz, ne istediğimizi tam anlamıyla bilemiyoruz. Bunun için gerçekten kendimize dönmemiz gerekiyor. Dediğin gibi oradaki ölçü de çok önemli. Tamamen kendi içimizde de kaybolmamalıyız. Çünkü kaybolursak çıkamayız oradan. Bunu nasıl sağlayabiliriz diye düşündüğümde ben şu şekilde bir cevap buluyorum: Durarak, durmaya çalışarak. Zaman zaman çok koştuğumu fark ediyorum. Küçük küçük anlarda durup kendimize sessiz bir alan tanıyıp o sessizlik içerisinde beş on dakika oturup düşünmek... Düşünmemek ya da sadece durmak, o kadar iyi geliyor ki insana. Böyle sakin ve dingin anlarda durup kendi içimize döndüğümüzde ne istediğimizi hissedebileceğimize inanıyorum. Tabi tek seferde olmuyor bu. İnsanın kendine zaman tanıması lazım.
Dediğin gibi doğru adımları atabilmede, doğru yerde konumlanabilmede gerçekten yoldaş çok önemli. Bence günümüzde böyle güzel insanları, dostları bulabilmeniz mümkün. Bulmak kolay mı bilemem ama güzel yoldaşlara denk gelebilmenin nasip meselesi olduğuna inanıyorum. Yani nasibimizde varsa güzel yoldaşlarımızın, dostlarımızın olması elbette mümkün. Bunun için biz ne yapabiliriz dersen de şöyle cevaplayabilirim: önce kendimiz doğru bir insan olmaya çalışıp güzel yoldaşlık etmeye gayret edebiliriz ve de tabi bol bol dua edebiliriz.
Bu hayat yolculuğumuzda kimlerle hangi ortamlarda bulunduğumuz çok önemli bir nokta. Hani seninle de konuşmuştuk ya; bazı mekanlarda sorduğumuz bir soru karşısında insanların bize verdikleri cevabın ya da tepkinin bize kendimizi kötü hissettirmesi hakkında. Hayatın gereği olarak bize kötü hissettiren insanlarla mecburen karşılaşıyoruz ama uzak durmaya çalışıyoruz. Buna mukabil de bize kendimiz olabilmemiz için alan tanıyan o yoldaşlar çok kıymetli. O yoldaşlar hayatta bize değerli olduğumuzu hissettiriyor. Bize değer veren bir ve bizi iyiye yönlendirebilecek insanlarla birlikte bulunmalıyız.
Ya cidden birlikte bulunduğumuz insanlar ve ortamlar çok çok önemli. Özellikle de büyürken bunun önemini çok fark edemeyebiliyoruz ama sandığımızdan çok daha değerli bir mesele. Gerçekten kıymetli insanlarla bulunmak istiyorsak önce kendimiz o kıymetli insanlarda aradığımız özellikleri kazanma gayretinde bulunarak işe başlayabiliriz. Eğer niyetimiz de temizse zaten devamında Rabbim çiçek gibi insanlar çıkartıyor karşımıza elhamdülillah. Bir ilişkinin içerisinde karşılıklı bir şekilde birbirine iyi şeyler kazandırabilmek çok önemli ve kıymetli bence. O yüzden önce kendimiz bu özellikleri kazanmaya gayret ederek başlayabiliriz derim. Çünkü günümüzde her ne kadar sadece almanın tatmini öne çıkarılsa da bence samimiyetle sevdiğin insanlara bir şeyler verebilmenin tatmini de paha biçilemez bir değere sahip. Çünkü bence bu bir hesap kitap işi değil gönül işi, ancak samimiyetle kurulan gönül bağıyla birbirine dost olabilir iki insan. Burada tam şu an karşımda duran ve tevafuken gözüme çarpan Hz Mevlana’nın sözünü paylaşmak istiyorum: “Her yerde olmak gibi bir duan varsa, gönüllere gir; çünkü sevenler, sevdiklerini gönüllerinde taşırlar.” Aynı şeyi meslek konusundaki konuştuğumuz şeyler için de söyleyebiliriz aslında. Her yerde olup bilinen tanınan bir insan olmak istiyorsak gönüllere girmeye çalışalım.
Bir de tabi seninle de konuştuğumuz bize kötü hissettiren insanlar ve ortamlar meselesi var. Ruhumuzu yoran insanlarla bir arada bulunarak kendimize bıraktığımız tahribat kadar büyük bir tahribat yoktur herhalde. Bazı şeyler olmuyorsa zorlamamak lazım. Bazen durabilmek ve hayır diyebilmek gerekli cidden. Bu zaman zaman bazı mizaçları çok zorlayan bir mesele haline gelebiliyor ama ruhumuzu solduran değil de çiçeklendirecek ve bizim de onları çiçeklendirebildiğimiz insanlarla birlikte olalım inşallah.
Kitapta, “kara bulutlar geldiğinde yoluna devam et.” yazıyordu. Her birimizin içinde kendi kara bulutu var ya da bir anda karşımıza çıkan kara bulutlar olabiliyor. Bu kara bulutlara rağmen insan nasıl devam edebilir? Çünkü insan, çoğu zaman bu kara bulutların içinde kayboluyor. Kendi zihnimde bunu düşünürken o kara bulutların içinde boğulmanın hiçbir faydası olmadığını fark ettim. Devam edebilmek için kendine neler hatırlatıyorsun? Her şeye rağmen devam etmeni sağlayacak heyecanların var mı?
Tam adamına sordun biliyor musun? Ben de bunun üzerine çok düşündüm ve senin gibi o kara bulutlar içinde boğulmamın hiçbir faydası olmayacağına karar verdim. Fakat cidden bunu fark edip teorik olarak söylesem de zaman zaman icraate dökmek çok zor oluyor. Dün Mustafa Merter Hoca’nın bir yazısını okuyordum ve o yazıda geçen “nefsin gürültülü bodrum katlarına sıkışıp kalmak” ifadesi bana çok anlamlı ve sarsıcı geldi. Tam olarak o kara bulutların içinde boğulduğum anları karşılayan bir ifade aslında. Kara bulutları olduğu gibi, geldiği gibi ve de her şey gibi onların da geçici olduğunu kendimize hatırlatarak kabul edebilmek de boğulmanın tek çözümü diye düşünüyorum. Yani olanda hayır vardır diyerek kalbimizi yormadan kendimize akışa bir bırakabilsek rahatlayacağız ya. Devam edebilmek için de kendime olan da hayır olduğunu ve her şeyin geçici olduğunu hatırlatmaya çalışıyorumi, tabi zaman zaman çıkmaza girip debelendiğim hatırlatamadığım da oluyor. Hayatta her şeye rağmen devam edebilecek heyecanlarım var elhamdülillah. Benim için en önemli olanı da ruhumu çiçeklendiren güzel insanlarla bir arada bulunmak ve de yaşamın içerisinde gönlümün sükuna erdiği demleri hissedebilmek.
Allah iyi insanlardan olabilmeyi, kendimize iyi davranabilmeyi, çevremize de iyi davranabilmeyi nasip etsin. Gönle girebilmek en büyük mesele gerçekten. Hatırda iyi kalanlardan olabilmek duasıyla. Kendimize iyi davranmak derken, kendimize biz çok mu gaddarca davranıyoruz sence? İnsan kendine iyi nasıl davranabilir?
Çokça amin. Benim kendimde ve çevremden gördüğüm kadarıyla insan, çoğunlukla kendine gaddarca davranıyor. Ben, olaylar ve durumlar karşısında kendime gaddarca davranmamak için kendime şunu soruyorum: şu anda, bu durumda sevdiğim bir arkadaşım olsaydı ona da böyle söyler miydim ya da ona ne söylerdim? Bu sorunun cevabı beni genelde doğru yere götürebiliyor.
Hayatımızdaki korkulardan da bahsedelim istiyorum. İki genç kız olarak birçok açıdan benzer korkularımız var bence. Köstebeğin bir sözü vardı, tanıdığı birçok köstebeğin korkularına daha az kulak verseydik, hayallerimize daha çok kulak verseydik diyorlarmış. İnsanlar burada birbirinden ayrılıyor bence. Korkanlar ve hayal kuranlar. Allah hayallerimizi bol kılsın.
Yine çokça amin diyorum. Çok çok güzel bir yere değindi orda köstebeğimiz. Korku çok vesvese barındıran ve dolayısıyla da insanı çok dibe çeken bir duygu. Korkulardan arınmak için de yine kendimizi hayatın akışına bırakabilmekten başka bir çözüm yolu yok bence. Aslında hayattaki her şey buraya geliyor. Geldik yaşıyoruz ve gideceğiz, bir akış var. Biz bağlamdan koparak kendimizi hırpalıyoruz. O debelenmelerin ve korkuların içinde de hayal kurmayı gün geçtikte unutmaya başlıyoruz maalesef.
Williem Schimid’in Mutsuz Olmak adlı bir kitabı var. Kara bulutları kabullenmek demek aslında devam etmek demek. Kara bulutlar hayatımızda her zaman olabilir ama önemli olan bizim onlara nasıl tepki verdiğimiz. Evet kara bulutlar var, olacak ve ben bunu kabulleniyorum. Mutsuz da olacağım. Zorluklar da yaşayacağım diyorum. Ve aslında büyümek demek benim için bu duygularımı kabul etmek demek.
Kesinlikle öyle. Mesele, kara bulutlara ve hayattaki birçok şeye olan bakış açımızda.
Bize ulaşmak için👇
https://www.instagram.com/arikovaniblog?igsh=MXBtMmpkaGF6NnUxYQ==
Yorumlar
Yorum Gönder